30 Nisan 2011 Cumartesi

Bir avuç deniz, Zoraki kral, Mutlu azınlık, Son gece, The conspirator

Uzun süredir blog sağlıklı erişime açık değildi. Tabi ki bir şekilde erişilebiliyordu ama çok da güvenli değildi. Bu arada izleme listemdeki filmlerin bir kısmını izledim, ek olarak iksv film festivalinde de izlediğim filmler oldu, şimdi onları kısa kısa anlatıyım..Aslında sıcağı sıcağına yazmak her zaman için daha iyidir ama yapacak bişey yok aklında kalan çarpıcı ayrıntıları yazıyım olsun...


ilki bir avuç deniz..
film klasik müziğin rahatlatıcı etkisiyle başlıyor, başlangıçta herşey normal güzel yolunda gidiyor, hava güzel güneşli, 4 arkadaş (2 çift) tatile çıkıyor kendi yatlarıyla denizde seyrediyor, hatta akşamüstü bira tokuşturuyorlar ki insan bir özeniyor bir özeniyor. sonuç olarak bu kadar mükemmellik fazla diyorsunuz ki hafif hafif bir gerilim hissetmeye başlıyorsunuz. sonra denizden bir kız çıkıyor, süpriz bir şekilde herşey değişiyor. ardından esas çiftimiz (Dilekle Mert) ayrılıyor ve Mert Deniz'e tutuluyor. Hatta Deniz Mert'e taşınıyor ama Mert annelerinin çatı katında oturuyor, ve karşımıza oğlunun mutluluğu için çaktırmadan herşeyi yapan muhteşem annenin marifetiyle sürpriz son beynimizden vuruyor...



İkinci film Zoraki Kral
Film Oscar almasına rağmen rutin bir ingiliz filminden öteye gidemiyor, kötü bir film değil kendisini izlettiriyor ancak çok da ilgi çekici bir konusu yok.
Colin Firth rolünü iyi oynuyor, öyle ki konuşamayınca siz de onunla birlikte o stresi yaşıyorsunuz.


Sıradaki film Mutlu Azınlık (Blue Valentine)

Randevu İstanbul'da izlemek isteyip de izleyemediğim filmlerden biriydi.
Bu filmde de herşey yolundaymış ama bir sıkıntı varmış gibi hissediyorsunuz.
Sanki her işi evin kadını yapıyor gibi gözüküyor ama mutsuz olduğunu da hissettiriyor herkese ve sonunda tam da ne olduğunu neden böyle olduğunu çok da anlatmadan bitiveriyor film.


Son gece (Last Night)
İKSV film festivalinde izlediğim ilk gala filmiydi.
Bence süper filmdi. Evli çiftimiz için herşey süper giderken kocası iş seyahatine gidiyor ve yazar olan eş sabah kahve almaya dışarıya çıktığında (kahvesini neden evde hazırlamadığı merak konusu) eski sevgilisiyle karşılaşıyor. Ve hala birbirlerini sevdiklerini fakat geri dönülemeyeceğini farkedip bir kaçgün takılıp ayrılmak zorunda kalıyorlar. Önemli nokta kadın kocasını aldatmıyor. Ancak iş seyahatine giden koca o kadar masum değil iş arkadaşına karşı tepkisiz kalamıyor malesef.
Ama yine de bence filmi izleyen herkes her ne kadar karı koca olan çift gayet iyi anlaşıyor da olsalar kadınla eski sevgilisi neden ayrılmış ki keşke devam etseler hadi hadi demiştir. Bu yüzden yukarıya bu çiftin fotoğrafını ekliyorumi diğer ikisi gereksiz:)



Festivalde izlediğim etkisinde kaldığım diğer film the conspirator.
Lincoln suikasti ile başlıyor ve suikasti planladığından şüphelenen ekip ve bu ekibin konakladığı ve komplo planlarını yaptığı pansiyonun sahibi hemen yakalanıyor. Başrolümüz avukatımız da suçsuzluğuna inanmasa da bu pansiyon sahibi kadının avukatlığını üstlenmek zorunda kalıyor ve sonra kendini o kadar kaptırıyor ki davayı kazanabilmek için bütün marifetini ortaya koyuyor ama malsefe ne yapsa da başarılı olamıyor. işin ilginç yanı pansiyon sahibi kadın asıldıktan sonra esas suçlu olan oğlu da yakalanıyor fakat asılmıyor. ah diyorsunuz işte amerikanın adaleti bu olsa gerek.